13 Şubat 2018 Salı

Renk Nedir?

Renk

FilliBoya diyorki,

Işığın nesnelere çarparak gözümüze yansımasıyla oluşan duyumlara “renk” diyoruz, yansıyan bu ışığın nesnenin yapısına göre gösterdiği çeşitliliğe de “renk tonu”. Nesneye ulaşan ışığın tamamı gözümüze yansıdığında bu ışığı beyaz, hiç yansımadığında da siyah olarak algılıyoruz.

Bu tanımı, renk nedir diye sorduğunda hemen hemen heryerde bulabilirsin. Bu tanıma göre önce bir nesnenin olması, sonra da bu nesne üzerine ışığın çarpması gerek. Ancak bu olaya şahitlik edecek bir 'göz'den hiç bahsedilmedi. Bunu konuşabilmemiz için önce ışığın ne olduğunu anlamak gerek. Çünkü göz, kendine çarpan ışık bilgisini kodlayarak beyne gönderir. Nasılki kulak ses verisini işliyorsa, göz de ışık verisini işliyor. Beyin ise bu verileri yorumluyor. Ve bu yorumların sonuçları yine beyinde oluşuyor. Yani beynimizin içinde. İlginçlik de tam burada başlıyor. Gördüğümüz herşeyin görüntüsü beynimizin içinde oluşuyor. Bilim insanlarının, beynimizin arka tarafında görme ile ilgili işlemleri yapan, gözden aldığı verileri işleyerek yorumladığı ve bu yorumu görüntü olarak oluşturduğu bölgeyi keşfetmeleri çok yeni bir olay değil. Verilerin gözden alınması, kodlarının çözülüp yorumlanması ve görüntünün oluşturulması o kadar müthiş bir hızla gerçekleşiyorki, biz gözümüzle gördüğümüz hissine kapılıyoruz. Oysaki görüntünün beynin içinde oluştuğu bilimsel olarak tespit edilmiş durumda. Aynı şey ses, koku ve dokunma konusunda da geçerli. Yani ses ve koku da beynimizin içinde oluşuyor. Bunlardan birini anlamak, diğerlerini anlamayı büyük ölçüde kolaylaştırır. Ancak görme olayı bunların içinde en önemlisidir ve tamamen ışık ile gerçekleşir. Işığın yokluğunda görme olayından bahsedilemez.

Peki ışık nedir?

Işık, elektromanyetik bir dalgadır. Dalga ise enerji taşıyan bir harekettir. Ve bir dalganın en önemli iki özelliği, boyu ve frekansıdır. Elektromanyetik dalgalar bu iki özelliğe göre bölümlere ayrılır, buna elektromanyetik tayf deniyor. Işıktaki ilginçlik ise işte burada başlıyor. İnsan gözü bu elektromanyetik tayfta çok çok küçük bir aralığı görebiliyor. Bu aralığa görünür ışık deniyor. Wikipedia'da bunu anlatan bir resim var.

1 nm = 10-9 metredir

Yani bizler adeta iğne deliğinden bakıyoruz dünyaya. Eğer verilen ölçülere dikkat edersen, iğne deliğinden bile çok çok küçük bir aralık. Görünür ışık denen bu aralıktaki ışık, dalga boyu ve frekans farklarına göre farklı renklerde görünüyor gözümüze.

Renk Dalga Boyu Aralığı Frekans Aralığı
Kırmızı ~ 700–635 nm ~ 430–480 THz
Turuncu ~ 635–590 nm ~ 480–510 THz
Sarı ~ 590–560 nm ~ 510–540 THz
Yeşil ~ 560–490 nm ~ 540–610 THz
Mavi ~ 490–450 nm ~ 610–670 THz
Mor ~ 450–400 nm ~ 670–750 THz

Daha doğrusu nesneler kendilerine çarpan ışığı yansıtırlar. Bu yansıma ışığın enerjisi tükenene kadar devam eder. Yani ışık, karşılaştığı tüm nesneler üzerinden yansır, bir nesne üzerinden yansıyan ışık yine başka nesnelere yansır. Yani ışığın yansıması, ışık kaynağından çıktıktan sonra ilk çarptığı nesne ile sona ermez, onun üzerinden başka nesnelere yansır. Ve bu böyle devam eder, taaki enerjisi bitene kadar. Bizim en büyük ışık kaynağımız güneştir. Güneşin bulunduğumuz bölgeye tam dik bir açıyla baktığı bir zamanda, yani öğlen saat 12-13 gibi, güneş ışığı evimizin içine direk girmediği halde heryer aydınlıktır. İşte bunun sebebi ışığın çarptığı herşeyden yansımaya devam etmesindendir. Aslında nesnelere çarpan ışık olduğu gibi geri yansıtılmıyor. Nesneler ışığın bazı dalga boylarını emerler, bazılarını yansıtırlar. Nesnenin geri yansıttığı dalga boyu o nesnenin renk kodunu verir. Bir nesnenin hangi dalga boyunu emeceğini, hangi dalga boyunu yansıtacağını ise kimsayal ve atomsal yapısı belirler. Mesela çilek başta beyazdır. Olgunlaşırken kimyasal yapısı değişir ve bu değişim rengini de kırmızıya çevirir. Tek etken kimya değildir tabi. Bir nesnenin rengi, daha doğrusu yansıttığı dalga boyu, o nesnenin en küçük yapı taşlarına bağlı olarak kesin bir ölçü ile gerçekleşmekte. Yani tesadüf değil. Yoksa çilek neden kırmızı yerine yeşile dönmüyor?

Işığın elektromanyetik bir dalga olduğunu söyledik ama ışık aynı zamanda parçacıktır. Nasılki maddenin en temel yapı taşı atom ise, ışığın da en temel yapı taşı fotondur. Yani ışık bir foton kümesidir. Fakat ışığın hareketi bazen dalga şeklinde, bazen de parçacık şeklindedir. Çift Yarık deneyi bunu çok güzel anlatıyor.

Fakat farkettiysen hala renk denen şey ortada yok. Ortada sadece farklı dalga boylarında, farklı frekanslarda bir foton kümesi var. Yani sadece ışık var. Ve biz dışarıya bakmaya devam ettiğimiz sürece renk diye birşeyi bulamayacağız.

Renk, nesneye çarpan ve buradan gözümüze gelen fotonların beynimiz tarafından yorumlanmasının sonucunda ortaya çıkıyor. Yani dışarıda gözümüze yansıyan bir ışık var sadece. Ve gözümüzde de bu ışığı algılayacak bir sistem.

Göz

Göz, ışığa duyarlı hücrelere sahiptir. Bu hücreler gözümüzün retina bölgesindedir ve ışığı elektrik sinyallerine çevirerek, sinirler aracılığı ile beynin görme merkezine iletir. Biraz daha detaya inecek olursak bu hücrelerin iki çeşit hücre olduğunu söyleyebiliriz. Biri koni hücreler, diğeri de çubuk hücreler. Sayısal olarak 120 milyon çubuk hücre, 6 milyon koni hücre vardır. Çubuk hücreler o kadar duyarlıdırki, sadece 6 foton ile bile uyarılabilirler. Işığın çok az olduğu ortamlarda bu hücreler sayesinde görürüz. Ancak bu çubuk hücreler fotonların dalga boyuyla değil varlığıyla ilgilenir. Yani daha çok şekilsel bakar olaya, bu yüzden de nesneleri siyah veya gri tonlarda görürüz. Bunun sebebi, çubuk hücrelerin renklere duyarlı bir yapıda olmaması. Koni hücreler ise tam tersi şekillerle değil renklerle ilgilenir. Fakat koni hücreler çubuk hücreler kadar duyarlı değildir. Bu yüzden daha fazla fotona ihtiyaç duyar uyarılmak için. Koni hücrelerin içinde farklı dalga boylarına karşı tepki veren hücreler vardır. Bu hücreler, kısa, orta, uzun olmak üzere üç farklı dalga boyuna tepki verirler. İşte renklerin bilgisi tam bu noktada başlar. Bu hücreler dalga boylarına göre sinyaller üretir. Beynin görme merkezi de kendisine iletilen bu sinyallere göre farklı renkler üretir. Yani renk dediğimiz şey beynimizin içinde bu şekilde oluşuyor.

Renkler

Artık renklerden bahsedebiliriz. Her ne kadar herşey beynimizin içinde gerçekleşse de, elbette hayatı algıladığımız şekilde yaşarız. Ayrıca beynimiz renkleri dalga boylarına göre değerlendirse bile, her insanın renklere bakış açısı farklı olabilir. Kimi yeşili sever kimi maviyi. Bir renk, farklı insanlar üzerinde farklı algılar oluşturabilir. Görünürde aynı dalga boyları olmasına karşın, verilen tepkiler farklı olabilir. Fakat yine de genel bir yapıdan bahsedebiliriz.

RGB

Kırmızı yeşil mavi. Bu üç renk ana renk olarak kabul edilir ve diğer tüm renkler bu renklerin karışımı ile elde edilir. Kırmızı en düşük frekanslı renktir. Tabiki aynı zamanda en büyük dalga boyuna sahip olan renktir. Yukarıda renkleri dalga boylarına göre listelemiştik. O listede dalga boyu en yüksek üç renk sıcak renkler olarak adlandırılır. Kırmızı, turuncu, sarı. Diğer üç renk ise soğuk renkler olarak adlandırılır. Ve sıcak renkler göz tarafından daha çabuk algılanır soğuk renklere nazaran. Daha doğrusu daha çabuk dikkat çekerler. Bu yüzden herhangi bir tasarımda arka plan rengi olarak sıcak renkleri seçmek büyük bir hatadır. Çünkü dikkat arka plana kayınca, ön plandaki herşey ikinci plana düşmüş olacak. Fakat logo tasarımında durum farklı. Logolar kısa ve öz tasarımlar olduğu için direk sıcak renkler kullanılır.

Bu arada renklerin enerjilerinden de bahsedebiliriz, yani fotonların enerjileri. Dalga boyu en yüksek olan fotonlar en düşük enerjiye sahip olur, yani dalga-enerji ikilisi ters orantılıdır. Bu durumda kırmızı renk en yüksek dalga boyuna sahip olduğuna göre, en düşük enerjiye sahip olur. Ve en yüksek enerji mor renktedir. Ayrıca orantıyı frekans açısından yaparsak bu kez doğru orantı kurmamız gerekiyor. Yani frekans-enerji ikilisi doğru orantılıdır ve frekansı yüksek olanın enerjisi de yüksektir. Yukarıdaki tabloyu tekrar gözümüzün önüne getirelim.

Renk Dalga Boyu Aralığı Frekans Aralığı
Kırmızı ~ 700–635 nm ~ 430–480 THz
Turuncu ~ 635–590 nm ~ 480–510 THz
Sarı ~ 590–560 nm ~ 510–540 THz
Yeşil ~ 560–490 nm ~ 540–610 THz
Mavi ~ 490–450 nm ~ 610–670 THz
Mor ~ 450–400 nm ~ 670–750 THz

Fotonların enerjileri Planck Sabiti denen sabit bir sayı ile bulunuyor.

E = h.f

E = enerji, h = planck sabiti (6,63.10-34), f = frekans. Yani frekansla planck sabitini çarptığımızda o ışığın enerjisini bulabiliyoruz. Yukarıdaki frekansların ortalama değerleri alınarak bir hesap yaptığımızda şöyle bir sonuç çıkıyor.

Kırmızı 2,9835e-31
Turuncu 3,2487e-31
Sarı 3,4476e-31
Yeşil 3,7128e-31
Mavi 4,1769e-31
Mor 4,641e-31

Bu enerjilerin birimi joule'dur ve gördüğün gibi çok küçüktür. Bu birimi daha büyük birimlere çevirmek mümkün ama bizim için bir gereği yok. Biz alacağımızı aldık sanırım. Kafamda aslında bazı soru işaretleri var ama sanırım bu daha çok algı ile alakalı. Mesela renklerin oluşumu ile ilgili bilimsel olaylara baktıktan sonra, ayrıca yukarıdaki tabloları da göz önüne alarak bazı çıkarımlar yapabiliriz. Şu bir gerçekki dalga boyu yüksek olan renkler düşük olanlara göre daha dikkat çekici. Kırmızı turuncu sarı. Hayatımızda bunun örneklerini çok görüyoruz, en klasiği trafik ışıkları. Dur işareti için neden kırmızı renk seçilmiş? Tehlike işaretleri de kırmızı renktir. Uyarı işaretleri ise sarıdır. Tabi sen çıkıp da bu renkler benim dikkatimi çekmiyor diyebilirsin. Ve senin gibi bir çok insan kesinlikle var. Fakat genel izlenim, daha doğrusu yaratılış, bu renklerin dikkat çekici olduğu yönünde. Mesela yaratıcı en yüksek dalga boyunu maviye verseydi, biz kırmızıya yüklediğimiz manaları maviye yükleyecektik bilimsel açıdan. Fakat kırmızın şuan üzerimizdeki manaları yanlızca dalga boyuyla bitmiyor. Kanımızın kırmızı olması, ateşin kırmızı olması vs. bir çok şeyin de maviye dönmesi gerekirdi bu iki rengin yer değişmesi için. Buradan da şu sonuç çıkıyor, bu renkler ve bu düzen yaratıcının takdiri. Yaratılan herşey tek başına müstakil bir şey olarak yaratılsa da, asla tek başına bırakılmıyor ve diğer şeylerle muhteşem bir şekilde bağlanıyor. Yani şuan elimizde dalga boylarını değiştirebilecek bir alet olsa ve biz mavi rengin dalga boyunu yükseltsek bile bu bizim kırmızıya olan alerjimizi değiştirmeyecek. Fakat kelebek etkisi kesinlikle mümkün. Yani yeni doğan kuşakların mavi renge ilgileri bizimkinden farklı olur.

Renk Seçimi

İşin içine programcı bakış açısını da getirmenin vakti geldi de geçiyor bile. Zira baştan beri zaten yazılmış bir programı kendimizce anlamaya çalıştık. Hala da çalışıyoruz ve bu çaba hiç bitmeyecek. Çünkü asla filmin sonuna kadar uyanık kalamayacağız. Zaten gözümüzün dünyayı görebildiği o küçük aralık bize resmen sen daha hiç bir şey görmedin diyor. En baştaki resme bir daha bakarsan, 400 ile 700 nanometre arasındaki dalga boylarını görebildiğimizi anımsarsın. Bu bölgeye görünür ışık demiştik. Ve bu bölge, genele baktığında en küçük bölgedir. Yani gördüğümüz bölge, göremediklerimizin yanında koca bir hiç gibi duruyor. Fakat bu kadar küçük bir aralık olmasına rağmen çok şey görüyoruz değil mi? Renk açısından baktığında, gözümüz milyonlarca rengi ayırtedebilecek kabiliyette. Yani gözümüz en küçük dalga boyu farklılıklarını bile birbirinden ayırabiliyor. Bundan da şu sonucu çıkarırız, renkleri yazan programcı ile gözümüzü yazan programcı aynı kişi. Eğer tesadüflere inanan biriysen bu seni şaşırtabilir. Zira insan denen canlının henüz zerresi dahi yokken piyasada, fotonlar burda cirit atıyordu. Sonra hooop bir bakıyorsun bu sistemi algılayacak bir sisteme sahip bir canlı türemeye başlıyor. Bak bak bak, şu tesadüfe bak.

Renk Seçimi

Farkındayım başlığı ikinci kez attım. Çünkü daha renk seçemedik. Zaten ben bu konuda çok beceriksizim. Bir uygulama yazarken veya bir site tasarlarken(hiç yapmadım), veya herhangi bir dijital sayfa hazırlarken renk seçimi konusunda kullandığım teknik, bu çok güzel oldu, koy gitsin. Bu tekniğe kısaca koy gitsin tekniği diyorum. Teknik olarak hiç teknik olmadığı aşikar. Fakat çoğumuz bu tekniği kullanıyoruz. Hangi renk hoşumuza giderse koy gitsin diyoruz. Aslında bir yandan bu senin rengini de ele vermiş oluyor. Çünkü yaptığın renk seçimleri senin zevkini yansıtıyor. Ve sürekli hoşuna giden renkleri kullanırsan bir süre sonra hep aynı renkleri kullandığını görürsün. İşte bu renk senin rengindir. Mesela bu blog sayfasını ele alalım. Ben bu blog sayfasının arka plan rengini o kadar çok değiştirdimki, artık sıkıldım ve sonunda resim koydum. Dediğim gibi renk seçme konusunda çok beceriksizim. Bugün burada toplanmamızın sebebi yeni bir renk seçimi tekniği bulmak. Bu şekilde artık buna ne koysam diye düşünmek yerine, tekniğimizi konuşturarak olaya daha teknik bir açıdan çözümler üreteceğiz. Yani renkler. Aslında bugün bizim bu yapacağımız şeyi Google bizden önce yapmış, material design. Aslında material colors desek daha doğru olur çünkü material design daha geniş bir mevzu.

Material renkler, normal renklerin biraz daha pastel hali. Bu teknikte tüm renkleri kullanamıyoruz ama çoğu rengi kullanabiliyoruz, yani renk sıkıntımız yok. Ama peki bu renklerin özelliği ne? Adamlar bunu bir günde cart diye ortaya atmamış, sağlam bir bilgi birikimi ve araştırma sonunda bilimsel destekleriyle çıkmış ortaya. Material renkler kullanılarak yapılan bir tasarımda nesneler ekranda bir kağıt gibi görünüyor, yani ekrana daha yakın ve daha anlaşılır. Aslında bu görünüm tam olarak bir kağıt sayılmaz ama adamlar ellerinden geleni yapmış ve bence çok güzel bir iş çıkarmışlar. Fakat bu yeterli değil. Yani bu tekniğin sadece programlama tarafından yapılması hep eksik kalmasına neden oluyor. Bunun teknoloji tarafında, yani dijital ekrana sahip olan ürünlerin üretilmesi aşamasında ekranların da bu tekniği destekleyecek şekilde üretilmesi gerek. İşte o zaman tadından yenmez. Şimdi ana renkleri material renklerle karşılaştıralım.

Ana Renk Material Renk
ff0000 f44336
ffaa00 ff5722
ffff00 ffeb3b
00ff00 4caf50
0000ff 2196F3
ff00ff 9c27b0

Aradaki fark gözle görülüyor ama daha iyi anlamak için HSL renk sistemine bir göz atmamız gerekecek.

HSL

Biz genelde rgb renk sistemini kullanırız ama renklere başka açılardan yaklaşan başka başka sistemler de var. Bunlardan biri de hsl renk sistemi.

h hue. Yani renk
s saturation. Yani doygunluk
l lightness. Yani parlaklık

Bu sistemin faydası, renkleri doygunluk ve parlaklık yönünden ele alabilmesi. Aslında rgb'den tek farkı bu. Yani esasında renkler aynı renk, ama bakış açısı farklı.

Tamam itiraf ediyorum tek fark o değildi. Ama bu son fark, renkler derece olarak ifade ediliyor.

Ana Renk Material Renk
hsl(0, 100%, 50%) hsl(4.1, 89.6%, 58.4%)
hsl(40, 100%, 50%) hsl(35.8, 100%, 50%)
hsl(60, 100%, 50%) hsl(53.9, 100%, 61.6%)
hsl(120, 100%, 50%) hsl(122.4, 39.4%, 49.2%)
hsl(240, 100%, 50%) hsl(206.6, 89.7%, 54.1%)
hsl(300, 100%, 50%) hsl(291.2, 63.7%, 42.2%)

hsl fonksiyonunda ilk değer rengin derece olarak değeri. İkincisi doygunluk, üçüncüsü parlaklık. Gördüğün gibi ana renklerde doygunluk 100%, parlaklık 50%. Bunlara varsayılan değerler diyebiliriz. Parlaklık değerinin 100% olması rengin beyaza dönmesi demek olur, 0% olması rengin siyaha dönmesi demek olur. Yani varsayılan değerler aslında normal değerler, rengin tam karşılığını verir. Material renklerde ise genel olarak şunu söyleyebiliriz, renklerin doygunluk değeri düşürülmüş, parlaklık değerleri bir parça arttırılmış. Fakat hepsinde aynı değil. Aynı zamanda renklerin derecesi de bir miktar kaymış. Böylelikle pastel gibi bir renk elde edilmiş ama tam olarak pastel değil, pastele benzer. Bu gözlemden ben şu sonucu çıkarıyorum, renkler pastele kaydırılırken herhangi bir algoritma kullanılmamış. Her renk ayrı ayrı ele alınarak en uygun değere ulaşılmaya çalışılmış. Yani biz de herhangi bir renk seçip, parlaklık ve doygunluk oranlarıyla oynayarak kendi material rengimizi çıkarabiliriz. Ancak google seçtiği renkleri elbette boşuna seçmemiş. Bu cümleden sonra bende meraklandım birden, acaba google bu renkleri bir algoritma ile yapmış olabilir mi? Biraz araştırdım ve gözlemlerimizin doğru olduğuna iyice kanaat getirdim. Yani ortada bir algoritma yok. Fakat piyasada bu renkleri üreten bir çok araç mevcut. Onlar da ya google'un renklerini direk kullanıyor ya da kendilerince bir algoritma yakalamış. Fakat bir kaç sitede yaptığım denemelerde üretilen renklerin tam olarak google'un material renkleri olmadığını farkettim. Çok yakın ama aynı değil. Yani aslında az önce söylediğim şey hala geçerli, rastgele bir renk seçip parlaklığıyla falan oylayarak kendi material rengimizi üretebiliriz. Bu renk belki google paletindeki renklerle birebir aynı olmayacak ama zaten bizim de böyle bir derdimiz yok. Biz sadece izleyeceğimiz yolu belirlemeye çalışıyoruz.

Ancak biraz daha bilimden yardım alsak herşey daha iyi anlaşılacak. Dedikki görme olayı göze gelen ışık ile başlıyor. Daha doğrusu ışığın retinaya düşmesiyle. Retinada iki tür hücre vardı, koniler ve çubuklar. Bu hücrelerin her ikisine genel olarak fotoreseptör hücreler de denir.

Koni hücreler ışığa duyarlı olanlar, yani renkleri farkeden hücreler. Bu hücreler üç ana rengin tonlarına tepki verir, kırmızı yeşil ve mavi. Çubuk hücrelerde ise böyle bir duyarlılık yoktur. Çubuk hücreler ışığın dalga boyuna değil şiddetine duyarlıdır. Bu yönden koni hücrelerden daha duyarlıdır ve sayısal olarak da daha fazladır. Bu sebeple biz görüş açımıza giren herhangi bir şeyin önce şeklini algılarız sonra rengini. Işık şiddeti az olduğunda koni hücreler çalışmaz, dolayısıyla renk diye bir şey olmaz. Bu durumda çubuk hücreler ışığın şiddetine göre cisimleri gri tonlarda verir ve biz cismin tam olarak rengini farketmesek de, varlığını ve şeklini farkederiz. Kısacası şekilciyiz.

İşte şimdi pigmentler konusuna girebiliriz. Pigment kısaca renk molekülüdür diyebiliriz. Hani başta dedik ya cisimler kendilerine çarpan ışığı yansıtırlar. Ancak ışığı geldiği gibi aynen yansıtmazlar, bazı dalga boylarını emer, bazılarını yansıtırlar. İşte bu yansıtma işi esasında tam bir yansıma yansıtma değil. Bu tamı tamına bir etkileşimdir. Işık ile pigmentlerin etkileşimi. Pigmetler hem gözümüzde hem de diğer tüm nesnelerde vardır. Bu moleküllerin atomsal yapıları da tek düze değildir, çeşitlidir. Ve harekete geçmek için belirli bir enerjiye ihtiyaç duyarlar. İhtiyaç duydukları bu enerji ise sadece ışıkta vardır. Tesadüfe bak sen.

Ayrıca koni hücrelerle ilgili detayı da kaçırmayalım, bu hücreler ışığın belirli dalga boylarına karşı hassasiyet gösterirler. Kırmızı yeşil ve mavi. Zaten bilim insanları da bu hücrelere bu isimleri vermiştir (kırmızı koni hücreleri, mavi koni hücreleri, yeşil koni hücreleri) ve resimlerde de genelde bu renklerle gösterilirler. Bu renklerin görünür ışığın üç ana dalga boyuna ait olduğunu biliyoruz, yani üç ana renk. Ve bu hücrelerin uyarılma dereceleri renklerin tonlarını oluşturuyor. Her dalga boyunun nanometrik farkları farklı renkler anlamına geliyor. Yani dışarıda üç ana renk var, içeride üç ana rengi algılama yeteneği olan hücreler var. Bir tesadüf daha.

Sonuç

Toparlayacak olursak, sadece rengin değil şeklin de önemli olduğunu söyleyebiliriz. Hatta gözümüz bize, bir şeyin renginden önce şeklinin önemli olduğunu söylüyor. Dijital ortamda sadece renklerle iş yapabildiğimizi düşünecek olursan, şeklin de renklerle çizilmesi gerektiğini anlarsın. Düz bir çizgiden bahsetmiyorum. Tasarım ekranında kullandığın nesnelerin varlığını hissettirmekten bahsediyorum. Bu da material renklerin neden iyi iş çıkardığını gösteriyor. Renkleri biraz kısarak şeklin de kendini ön plana çıkarması gözün görme şekliyle uyumlu. Fakat elbette kullanılan diğer renklerin de birbiriyle uyumlu olması gerek. Bir rengin uyumlu ve tezat renklerini ve daha fazlasını bulabilmek için Adobe çok güzel bir araç yapmış. Şuradan mevzuya direk dalabilirsin. Hangi rengi seçersen seç, uyumlu ve tezat renkleri görebiliyorsun. Fakat hangi rengi seçeceğin hala bir problem. Ve bu problem aslında herbirimizin özel problemi. Çünkü yapılacak iş, yani rengi kullanacağın konu rengi belirler. Bu da, renklerin psikolojiden ayrı olmadığı gerçeğini gösterir. Birey olarak herkesin farklı renkleri vardır ama insanlık olarak toplu şekilde ortak manaya da sahibiz. Mesela kırmızı tehlike, sarı uyarı, mavi huzur vs. Bu renkleri ortak manalarıyla tezat oluşturacak şekilde kullanırsan yanlış yaparsın. Suyun akış yönünü bulup o yönde yüzmelisin. Hadi o da olmadı doğadan yardım alabilirsin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder